Sıcak ortamda aynı yastığa baş koymak, bir yastıkta kocamak, ne güzel şey değil mi? Hep duymaz mıyız? “Bir yastıkta kocayın” diye… Evlenen çiftlere… Bir dua niyetiyle
Uzun yastıklar vardı ebeveyn yataklarında, bembeyaz ve kaneviçelerle süslenmiş. Onları birbirlerine bağlardı, en içten ve en duygusal halleriyle. Daha yakın olurlardı, en samimi halleriyle. Klişe bir sözle, aynı yastığa baş koyarlardı.
Günümüzde ise aynı yatakta iki ayrı yastık kullanılmaya başlandı. Birbirinden ayırırcasına… Ona da “küstüm yastığı” demişler. Ne kadar manidar bir isim değil mi? Sanki eşler arasını açmaya yönelik fiziksel bir konsept gibi…
Eskiden evler soğuktu ama insanlar ve ev ortamı sımsıcaktı. Evlerde kurulan sobalar sadece oturma salonunu ısıtıyordu belki. Ama o sobanın sıcaklığı tüm aileyi bir araya getiriyor ve ortamı ısıtıyordu. Aile bireyleriyle sohbet ortamı sunuyordu o soba.
Günümüzde ise sımsıcak kalorifer ve doğal gazlar var. Ama çocukların hiçbirisi oturma salonunda yok. Hepsi çekilmiş kendi odasına, aileden bihaber yaşıyor. Salonda ise sadece anne ve baba… Onlar da apayrı âlemlerde. Biri televizyonda, diğeri sosyal mecrada…
Eskiden ailede bir reis vardı, kimi zaman baba, kimi zaman dedeydi. Her sözü kayıtsız şartsız dinlenirdi. Bir kaşını çatması bile çocuklara ültimatom gibi gelirdi.
Günümüzde ise babalar, ailede sözü geçmeyen, her şeyi alttan alan, çocukların ve eşlerinin isteklerini sadece para ile karşılamaya çalışan bir bankamatik gibi olmuşlar, maalesef.
Eski ailelerde çocuk sayısı çoktu. Bu da yetmezmiş gibi dedeler ve ninelerle aynı çatı altında yaşarlardı. Geniş aileyi tek maaşla geçindirmeye çalışırlardı babalar… İsyan yok, sitem yok, şükürsüzlük hiç yoktu. Çünkü bereket vardı, paranın değeri vardı… Sevgi vardı, saygı vardı ve doğal olarak huzur vardı.
Günümüz ailesinde ise iki, bilemedin en çok üç çocuk var. Her çekirdek ailenin ayrı bir evi, her bireyin ayrı bir odası var. Geniş evlere rağmen dedelere ve ninelere maalesef yer yok. Olmadığı için bereket de yok. Bereket olmayınca da huzur yok. Huzur olmayınca da hep şikâyet, hep sitem…
Eskiden çocuklar fazla olduğu için ebeveynler merkezdeydi. Yani, ana-baba merkezdeki çekirdekti. Çocuklar kendilerini sevdirmek, onlara yaranmak için merkezdeki ebeveynin etrafında dönerlerdi.
Günümüzde ise çocuk sayısı az olduğu için merkez-çekirdek olmuşlar. Ana-baba onlara yaranmak için etraflarında bir semazen misali dönüyor da dönüyor. Neredeyse çocukların karşısında el pençe divan duruyor.
Eskiden komşu komşunun külüne muhtaçtı. Gönlü açıktı komşunun, verirdi istenenleri. Bir soğan, bir tuz, belki de birazcık borç para… Zenginlik ve fakirlik kavramı gündeme bile gelmezdi. Çünkü herkes eşitti, bu yüzden ilişkileri sıcaktı.
Günümüzde ise kimse burnundan kıl aldırmıyor. Fakiri de zengin gibi yaşıyor, gurur yapıyor, kimseye minnet etmiyor. Zenginler ise ‘Aman para ister’ diye ihtiyacı olan komşuyu görmezden geliyor.
İmeceler vardı eskiden; birlik, beraberlik ve dayanışma adına. Çay toplamak, odun taşımak veya yol yapmak için.
Günümüzde ise “imece yapalım” demekten çekinir hale geldi insanlar. ‘Birlik, beraberlik ve dayanışma’ sadece sözlerde ve dernek binalarındaki tabelalarda kaldı.
Eskiden aşklar kalpten kalbeydi. Yani duygusaldı, Kerem’le Aslı misali. Kızlar sevdiği erkeğin elini tutmaya utanır, erkekler ise sevdiğinin gözüne bakmaya bile kıyamazdı.
Günümüz aşkları ise bir oyuncak misali… Birisini eskitip yenisini almak istercesine.
Eskiden köyde/mahallede birisi ölünce; bırak o günü, en az üç-dört gün televizyonlar açılmazdı evlerde. Örften, adetten… Saygıdan, edepten…
Günümüzde ise daha cenazenin ilk gününde bile televizyonlar açılır. Diziler, filimler ve eğlence programları çok rahat izlenir olmuş. Örften gayri, adetten gayri…
Apartmanda oturanlar ise komşusunun ölümünden bihaber. Asansörde karşılaşsa bile, demez “Ne haber”.
Eskiden insanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı. Günümüzde ise eşyalar sevilir, insanlar ise kullanılır hale gelmiş maalesef. Eskiden paralar ayaklar altında araç olarak kullanılırken, şimdilerde ise başın üstünde taç olarak kullanılıyor. Eskiden belki çok para yoktu ama gönüller toktu.
Eskiden yollar bozuk, arabalar bozuk, paralar da genelde bozuktu. Fakat insanlar hep güvenilir ve hep sağlamdı.
Günümüzde ise yollar güzel, arabalar güzel, evler güzel ama insanlar kaypak, insanlar yalaka… Hâsılı insanlar bozuldu.
Eskiden internet yoktu, bilgisayar yoktu, cep telefonları yoktu, belki de televizyon da yoktu. Fakat insanlarda ar vardı, namus vardı, edep vardı, güven vardı, en önemlisi de vefa vardı.
Eski günlerde yaşayıp şu anki aklımız olsa diye iç geçiririz bazen. İnanın şu anki aklınızla eski günlerde yaşasanız, o güzel günler “hey gidi günler” olamazdı. O günleri ‘hey gidi günler’ kılan sebep, o anki samimiyet ve safiyane duygulardır.
Eski günler ve eski dostlar hep hatırlanır, hayırla yâd edilir. Eski arkadaşını birine tanıtırken “Kadim dostum” diyerek gururlanır ya insan. İşte öyledir eskiler, eski günler, hatıralar…
“Hayal meyal düşler gibi. Uçup gider kuşlar gibi. Yosun tutan taşlar gibi. Eski dostlaaar, eski dostlar.”
Saygı ve muhabbetle